Tarih

Atamıza Veda, Kalbimiz İlelebet Seninle Atacak!

Bildiğimiz üzere her kahraman gözlerini dünyaya kapattıktan sonra da anılırlar. Fakat bugün anacağımız kişi sadece bir kahraman değil, milletini yalnızca özgürleştirmekle kalmayıp eğitimden sağlığa, tarımdan günlük yaşatışına kadar her alanda muasır medeniyetler seviyesine çıkarmaya çalışan Ulu Önderimiz Mustafa Kemal Atatürk’ü anacağız. Bugün, hiç olmasını istemediğimiz 10 Kasım; Atatürk’ün ölüm yıl dönümü…

Mustafa Kemal Atatürk 57 yıllık hayatının 14 yılını savaş meydanlarında asker olarak sayısız zaferle geçirmekle beraber 19 yılını Türk halkının refahını arttırmak, gelecek nesillere iyi bir gelecek bırakmak için inkılaplar kazandırmaya adamıştır. Türk halkının refahı için askerlik yıllarında da çalışmıştır. Bunun bir örneği olarak Türk halkının egemenliğini geri kazanmak için çıktığı 19 Mayıs 1919 da Samsun’a çıkışını örnek verebiliriz. Bu zorlu yolculukta hep Türk halkının geleceğini düşünüp ilerlemiştir.

Her ne kadar imkansızları başaran gelecekçi düşüncelere sahip olan Ulu Önderimiz aslında çok gerçekçi düşünen bir insandı. Sınırlarını bilen ne yapabileceğini neler yapamayacağnı bilen bir liderdi. Her şeyi ayrıntısına kadar düşünüp herkesten daha iyi yorumlardı. Kurtuluş Savaşı’nda Yunanlılara karşı savaşırken İsmet Paşayla şöyle bir anısı vardır:

ismet pasayla anisi

“İsmet İnönü’nün liderliğindeki Eskişehir ve Kütahya muharebelerinin kaybedilmesi, Türk ordusunu zor bir duruma soktu. Atatürk’e bu haberi aldığında, cepheye hemen gitme kararı aldı. Karargahın kapısını araladığında, İsmet Paşa’nın morali çökmüş bir halde karşısında duruyordu. İsmet Paşa, “Her şey bitti” dedi.

Atatürk ise gülümseyerek bakarak, “Deja kazandın!” dedi. “Deja,” Fransızca’da “şimdiden” demektir. Atatürk, İnönü’ye dönerek, “Şimdiden kazandın” dedi.

İnönü şaşkın bir şekilde bakarken, Atatürk hemen haritaları açılması talimatını verdi. Ardından, İnönü’ye, “İsmet, ordunu Sakarya’nın gerisine çekin” dedi. Bu, ordunun 100 km geri çekilmesi anlamına geliyordu. İnönü şaşkın bir şekilde sordu, “Aradaki halkı kime bırakacağız?”

Atatürk sakin bir şekilde yanıtladı, “Peki İsmet, n’apalım? Bak İsmet, kafanı kullan. Ben 100 km kendi vatanımın içine çekiliyorum. Yunanlılar 100 km peşimizden gelecek. Nereye gelecek peki? Halkımızın içinden geçerek gelecek. Moralleri bozulacak, ikmal yolları uzayacak. Bizim memlekette yol mu var? Yunanlılar neyle nakledecek silahlarını? Bırak gelsinler İsmet, ben onları vatanın harib-i İsmet’inde boğacağım…”

Düşman, Atatürk’ün planını anlamadan Sakarya’ya kadar ilerledi. Sakarya Meydan Muharebesi başladığında, cepheden gelen haberler umutsuzluğa neden oldu. Çaltepe düştüğünde, Türk komutanlar harbin kaybedileceğine inandılar.

Atatürk hemen bir karar alarak her birliği müdafaasını tekrar kurabildiği yere kadar geri çekilmeye karar verdi. Yunanlılara cephelerin yarıldığına dair haberler gitmekteydi. Türkler geri çekileceğini düşünen Yunanlılar, 22 gün boyunca Türk Ordusunun geri çekilmediğini gördükçe şaşkına döndüler.

Sonunda Atatürk, kaburgaları kırık bir şekilde yatarken bir binbaşı son istihbarat raporlarını getirdi. Raporu yorumlayan binbaşı, “Yunanlılar birlik getiriyorlar. Savaşı kaybediyoruz” dedi.

Atatürk raporu bir daha okutarak, yattığı yerden seslendi, “Şimdi bak İsmet Paşa orada uyuyor. Uyandır ve zaferini tebrik et.” İnönü ve Fevzi Paşa, umutsuzluğa kapılmıştı. Ancak Atatürk, “Bir yanlış anlaşılma var. Yunanlılar birlik getirmiyor, birlik kaydırıyor. Geri çekiliyorlar…” dedi.

Bunu söyleyebilmek içinse tüm cephenin birlik birlik biliniyor olması lazımdı. Her Yunan birliği nerede mevzilenmiş, ezberde olması gerekiyordu. Raporu yazan binbaşı bile bunu yorumlayamazdı. Binbaşı okudukça Atatürk’ün kafasındaki harita değişti ve geri çekildiklerini anladı.

Bunun üzerine Atatürk, herkesi şaşkınlığa uğratacak ve savaşın seyrini değiştirecek o cümleyi kurdu. “İsmet, yarın taarruza kalkıyoruz.” İsmet İnönü ise sorarak, “Neyle saldıracağız? Subayların 3’te 2’si şehit, askerin %46’sı kaçtı. Neyle saldıracağız?”

Atatürk sakin bir şekilde son sözünü söyledi, “İsmet, savaş burada kazanılır (kafasını göstererek), Yunanlılar burada kaybetti. Yarın vuruyoruz.” Ve savaş kazanıldı…”

10 Kasım sadece bir tören ya da anma günü değildir, olmamalı da. İdeallerimizin ve duygularımızın birleştiği bu günde hatırlamamız gereken çok şey var… Atamızın bize en büyük mirası onun düşünceleridir. Kendisinin de dediği gibi “Beni görmek demek mutlaka yüzümü görmek değildir. Benim fikirlerimi, benim duygularımı anlıyorsanız ve hissediyorsanız bu kâfidir.”

cagdas turk vatandisi modeli

Atatürk yaptığı inkılaplar için sadece direktif veren bir lider değildi. Yaptığı inkılapları ilk kendisi uygular ve Türk halkına öncü bir rol model olurdu. Kılık kıyafet kanunu geldiğinde sarıkla, fesle değil takım elbisesiyle dolaşan bir liderdi. Harf inkılabını getirdiğinde elinde tebeşirle ilk önce İstanbul ve çevresi olmak üzere tüm Anadolu’yu dolaşmıştır.

Her insanın 7’den 70’e herkesin eşit olmasını isterdi. Bu durum sadece halk için değil, hizmetçilerden yanında çalışan arkadaşlarına kadar herkese eşit ve adil davranırdı. Kendisi frak giydiyse korumalarına ve garsonlarına da frak giydirirdi. Bunun sebebi de ” Devlet benim değil, hepimizin.” mesajını vermekti. Aslında onu diğer liderlerden de ayıran en önemli bir özelliğiydi bu. Halktan biriydi. Kendisini ne bir padişah gibi ne de yüksek rütbeli bir kumandan olarak görmekteydi. O aslında bizden biriydi. Bunu çok iyi bir biçimde özetliyecek bir anı olarak Atatürk’ün bir güvenlik görevlisiyle olan anısı şu şekildedir:

“Atatürk bir gün Dolmabahçe’den gizlice çıkar, Topkapı Sarayı Müzesi’ne gelir. Müzeyi gezmek ister. Kendisini kapıcıya tanıtır, fakat kapıcı; “Henüz saat 9 olmadı, memurlar da gelmedi. Atatürk değil, kim olursan ol, bekleyeceksin.” der. Hiç şüphe yok ki, kapıcı Atatürk’ü tanımamış ve gelenin Atatürk olabileceğine inanmamıştır. Fakat bu olayda mühim olan nokta Atatürk’ün kapıcının sert cevabı karşısında ısrar etmeyerek, bir kenara çekilip, saatin 9 olmasını ve memurların gelmesini beklemektedir.”

Ama en büyük inkılabı tabi ki de egemenliği kayıtsız şartsız halka bırakmasıydı. Bize demokrasiyi getirmek için cumhuriyetin ilanı için birçok şeyi göze aldı ve öncesinde saltanatı kaldırdı. Saltanatın kaldırılmasını Ulu Önder Atatürk şu şekilde anlatmaktadır:

Meclis’te de geniş bir konuşma yapmak gereğini duydum (Belge: 264). İslâm ve Türk tarihinden örnekler vererek hilâfet ve saltanatın ayrılabileceğini, millî hâkimiyet ve saltanat makamının Türkiye Büyük Millet Meclisi olabileceğini, tarihî olaylara dayanarak açıkladım. Hülâgû’nun Halife Mu’tasım’ı idam ettirerek yer yüzünde hilâfete fiilen son verdiğini ve 1517′de Mısır’ı alan Yavuz, unvanı halife olan bir mülteciye önem vermeseydi, hilâfet unvanının günümüze kadar miras kalmış bulunamayacağını anlattım.

Bundan sonra bu konu ile ilgili önergeler üç komisyona, Teşkilât-ı Esasiye, Şer’iye ve Adliye Komisyonları’na gönderildi. Bu üç komisyon üyelerinin bir araya gelip, konuyu bizim güttüğümüz maksada uygun bir çözüme bağlaması elbette güçtü. Durumu yakından ve bizzat takip etmek gerekti.

Üç komisyon bir odada toplandı. Başkanlığına Hoca Müfit Efendi’yi seçti. Konuyu görüşmeye başladılar. Şer’iye Komisyonu’nda bulunan hoca efendiler, hilâfetin saltanattan ayrılamayacağını, bilinen safsatalara dayanarak iddia ettiler. Bu iddiaların yersizliğini ortaya koyup çürütmek için serbestçe konuşabilecek olanlar ortaya çıkar görünmediler.

Biz, çok kalabalık olan bu odanın bir köşesinde tartışmaları dinliyorduk. Bu şekildeki görüşmelerin istenilen sonuca varmasını beklemek boşunaydı. Bunu anladık. Sonunda, karma komisyon başkanından söz istedim.

saltanatin kaldirilmasi

Önümüzdeki sıranın üstüne çıktım. Yüksek sesle şu konuşmayı yaptım: «Efendim, dedim, hâkimiyet ve saltanat hiç kimse tarafından, hiç kimseye ilim gereğidir diye, görüşme ve tartışmayla verilmez. Hâkimiyet, saltanat, kuvvetle, kudretle ve zorla alınır. Osmanoğulları, zorla Türk milletinin hâkimiyet ve saltanatına el koymuşlardır. Bu zorbalıklarını altı yüzyıldan beri sürdürmüşlerdir.

Şimdi de Türk milleti bu saldırganlara isyan ederek ve artık dur diyerek, hakîmiyet ve saltanatını fiilen kendi eline almış bulunuyor. Bu bir oldubittidir. Söz konusu olan, millete saltanatını, hâkimiyetini bırakacak mıyız, bırakmayacak mıyız meselesi değildir. Mesele, zaten oldubitti haline gelmiş olan bir gerçeği kanunla ifadeden ibarettir.

Bu mutlaka olacaktır. Burada toplananlar, Meclis ve herkes meseleyi tabiî olarak karşılarsa, sanırım ki uygun olur. Aksi takdirde, yine gerçek, usulüne uygun olarak ifade edilecektir. Fakat, belki de bazı kafalar kesilecektir.”

10 kasımda tüm düşüncelerin bir olduğu bu günde gençler olarak hatırlamamız gereken Türkiye  Cumhuriyetini ilelebet muhafaza ve müdafaa etmektir.  Bunun için daha fazla okumalıyız, daha fazla çalışmalıyız, onun fikirlerini benimsemeliyiz, hiçbir şeye körü körüne bağlanmamalıyız. Kimi cahiller onun yaptığı inkılapları yalanlayacak, kimi yobazlar resmini yakıp sevap diyecekler. Ama biz onun yolundan şaşmayacağız!

ataturk kitap okurken

Önderimizin mirasını yaşatarak Türkiye’yi onun ideallerine layık bir şekilde ileriye taşımak hepimizin ortak sorumluluğudur. Bugün 10 Kasım. Atamız Mustafa Kemal Atatürk’ü saygı, sevgi, hayranlık ve minnetle anıyoruz.

Ziraat Mühendisi adayı bir blog yazarının internete sunduğu ilk makalelere profilimden ulaşabilirsiniz. Ziraat ile ilgiliyseniz eminim işinize yarayacak birçok içerik üretmişimdir.

Bu yazıya bir tepki ver!

İlgili Yazılar

8 sayfadan 1.

Yanıtla

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir